Sosyal Medyadaki Seçimlerimizde Ne Kadar Özgürüz?

Dürtme Teorisine Genel Bir Bakış:

Hızlı ve verimli karar verebilme yeteneği insan varlığı için bir avantaj; peki dış kaynaklar tarafından koşullandırılan davranışlarımız? Bunların kontrolünün her zaman elimizde olduğunu söyleyebilir miyiz, bir düşünelim. Örnek olarak, yeni bir sosyal ağa kaydolurken önerilen yapılandırmaları mı kullanıyoruz yoksa tek tek ve her bir ayrıntıyı araştırarak mı gizlilik tercihlerimizde karar kılıyoruz? Sanıyorum, birçoğumuz ilk seçenekte olduğu gibi kararı bize önerenlere bırakıyor; çünkü biz insanlar varsayılan olarak önümüze sunulanlara, araştırmadan ve hatta çıkarlarımıza daha uygun seçeneği bulmadan bağlı kalma eğilimindeyiz ki bu halde her birimizin çeşitli koşullar altında dürtüldüğünü söylemek mümkün!

Dilimize “Dürtme Teorisi” olarak da aktarılabilecek “Nudge Theory” kavramı Amerikalı akademisyenler Richard H. Thaler ve Cass R. Sunstein tarafından 2008 yılında çıkarılan “Dürtme: Sağlık, Zenginlik ve Mutluluk İçin Alınan Kararları Geliştirmek Üzerine” adlı kitapta ilk kez resmi olarak yer almasından bu yana davranışsal ekonominin en etkili ve popüler yöntemlerinden birine dönüştü. Öyle ki bu yöntemler ile başta iletişim, ekonomi ve politika olmak üzere günlük hayatımızın sayısız alanındaki davranışlarımız önemli ölçüde bir başka yöne evrildi; kişisel refahımızı sağlamamız adına motive edildik ve kararlarımız öngörülebilir bir şekilde olumlu olarak değişti ancak tüm bunlar olurken biz hiçbir müdahale veya talimat altında hissetmedik. Üstelik seçim özgürlüğümüzü koruduğumuzu düşündüğümüz bu dolaylı öneriler düşük maliyetleri sayesinde gerek özel sektörde gerekse kamu sektöründe gün geçtikçe yaygınlaştı.

Dürtme Teorisi’nden Ne Anlamalıyız?

Esas olarak bireylerin seçimleri nasıl değerlendirdiğini ve ne karar vereceklerini anlamaya çalışan Thaler ve Sunstein “dürtmeyi” şu şekilde tanımladılar:

“…herhangi bir seçeneği yasaklamadan veya ekonomik teşviklerini önemli ölçüde değiştirmeden insanların davranışlarını öngörülebilir şekilde değiştiren seçim mimarisinin herhangi bir yönü.”[1]

Bu teoriye göre, karar verirken her zaman akılcı ve mantıklı düşünemeyen bireylerin farklı dürtme teknikleri kullanılarak kendileri için olumlu ve faydalı sonuçlar yaratacak seçimleri yapmaya teşvik edilmesi gerekir. Onlara göre bu seçimleri tasarlayacak olan bir “seçim mimarı” vardır ve dürtülen insanların iş birliğine açık olmaları ve dürtülmeye karşı olumlu tepki vermeleri seçim mimarının süreci dürüstlük içerisinde yürütmesine bağlıdır.

Bununla birlikte dürtme, bireyler manipüle edilmeksizin ve herhangi bir seçenek yasaklanmaksızın gerçekleştirilmelidir. Zorlama içeren yöntemler daha şiddetli ve doğrudanken dürtme yöntemleri, insanları gerçekte yapılması gerekene yönlendirmede daha az tehdit edici ve yıkıcıdır. Dolaylı ve taktiksel yöntemler içerir ve bu haliyle bireylerin iş birlikçi hissederek süreçten zevk almasını sağlar.

Ancak her akıllı kavram gibi kötüye kullanılabilecek olan bu teori zaman içerisinde, Hausman ve Welch tarafından “seçimi etkilemenin bir yolu” olarak tanımlandığı üzere, bireyler için bir yönlendirme aracı haline gelmiştir.

Seçme Manipülasyonu Olarak Karanlık Dürtme: Dark Nudges

Dürtme teknikleri insanları onlar için iyi olacak kararları vermeye teşvik ettiği gibi aynı zamanda kötü olan kararı vermeye de yönlendirebilir. Özellikle sosyal ağların yaygınlaşması ve platformların her türlü veri toplama faaliyetine açık hale gelmesi ile bu platformların iplerini ellerinde tutan kimselerin, kendi çıkarları doğrultusunda karanlık dürtmelere başvurduklarını görmekteyiz.

Kullanılacağı alana göre oldukça farklı sınıflandırmalara tabi tutulabilecek dürtmeleri daha iyi anlamak adına birkaç örnek verip bunların insanlar üzerinde iyi veya kötü, nasıl kullanılabileceğine yakından bakalım.

Facebook kullanıcıları üzerinde yapılan bir araştırmada[2]; yayınlamayı düşündükleri içeriğin hedef kitlesini belirleyecek gizlilik ayarlarını özelleştirebilecekleri konusunda hatırlatmada bulunulan kullanıcıların, hatırlatma verilmeyen -dürtülmedikleri- duruma kıyasla gizlilik ayarlarını daha kısıtlayıcı hale getirdikleri ve daha fazla sayıda değişiklik yaptıkları görülmüştür. Bu örnekte sosyal medya kullanıcılarının mahremiyetlerini sağlamada dürtme tekniklerinin oldukça yararlı olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, Birleşik Krallık’ın 2016 referandumu ile Avrupa Birliği’nden ayrılmaya karar verdiği dönemde Brexit’in bir kampanya haline getirilmesi ve Cambrigde Analytica’nın Facebook üzerinden elde ettiği veriler ile oluşturduğu profillere uyumlu kimselere “göçmen tehdidi” yerine “sosyal adalet” fikrini aşılayacak yumuşak dürtülerde bulunması, esasında bu yöntemin karanlık yüzünü önümüze koymuştur. Zira göçmen sorunu ile ilgili aşırılık içeren bir kınama Amerikan halkının büyük çoğunluğu üzerinde işe yarayabilecekken İngiliz halkı üzerinde aynı etkiyi vermeyecekti ki böylelikle Brexit toplanan çeşitli veriler neticesinde geliştirilen doğru -ancak karanlık- dürtme teknikleri ile başarıya ulaşmış oldu.[3]

Veriye Dayalı (Hiper) Dürtme

Yukarıda girizgahını yaptığımız gibi, özellikle geçtiğimiz son 10 yılda veriye dayalı otomatik sistemlerin insan davranışının birden çok değişkeni arasında korelasyonlar kurabilmesi ve böylelikle bireylerin davranışları hakkında daha iyi tahminlerde bulunması, dürtme teknikleri ile dijital teknoloji ve veri biliminin birleştirilmesinin giderek daha önemli bir hal almasına yol açtı. Öyle ki 2018 yılında Kuzey Carolina’da gerçekleştirilen bir vaka çalışmasında[4], vatandaşlar özel araçlar yerine toplu taşımayı seçmeye teşvik eden veriye dayalı dürtme teknikleri kullanılarak test edildi. Şehir sakinlerine evlerinden işe daha kısa sürede gitmelerini sağlayacak bisiklet, otobüs ve yürüyüş rotalarını içerir kişiselleştirilmiş haritalar gibi alternatiflerin yer aldığı e-postalar gönderilerek potansiyel bilgiler içeren bilgiler sağlandı. Altı ay sonra, veriye dayalı dürtmenin esas alındığı projeye katılan kimselerin, dürtme yapılmayanlara kıyasla alternatif ulaşım yöntemlerini kullanma oranları %12 daha fazlaydı.

Özetle, dürtme tekniklerinin veriye dayandırılarak kişiselleştirilmesi bu noktada oldukça önemlidir. İnsanları daha fazla tasarruf etmeye teşvik etmek istediğinizde çok az biriktirenin daha fazla biriktirmesini sağlamak için insanları ortalama tasarruf oranı hakkında bilgilendirdiğiniz durumda dürtme işe yarayabildiği gibi kimin daha fazla biriktirmesi gerektiğini ve kimin yeterince biriktirdiğini ayırt edemediğiniz durumda sorun da yaratabilir. Bu halde kullanılacak dürtme farklı kişi ve kişi grupları için kişiselleştirilecek, bu yapılırken de sürekli olarak kişisel veriler toplanarak algoritmik olarak işlenecektir. Neticede bireylerin en yaygın önyargılarını ve davranış eğilimlerini tanımlayabilen, daha doğru tahmine dayalı modeller gerçekleştirilerek dürtmede başarıya ulaşılacaktır.

Veri Gizliliği Yönetimi: Cambridge Analytica Vakası

Bu ana kadar dürtmeye maruz kaldığımız her durumun gerçekten de Thaler ve Sunstein’in bahsettiği gibi oldukça hassas ve masum bir çerçevede gerçekleştiğini düşünün, tepkimiz büyük olasılıkla bu dürtmeleri normal karşılamak ve hatta desteklemek yönünde olurdu. Peki bu dürtmelerin bizden habersiz olarak işlenen kişisel verilerimiz ile oluşturulan profillere uygun olarak hazırlandığını düşünürsek, tepkimiz aynı mı kalırdı?

İşte bu noktada yeniden Cambridge Analytica ve Facebook vakasına dönelim. 2016 yılında Donald Trump için danışmanlık hizmeti çalışmaları yürüten Cambridge Analytica seçmenlere yönelik özel bir reklam kampanyası başlatmış, ancak şirketin siyasi kampanyalarda bu kadar ön planda olması kullanıcı verilerinin izinsiz alınarak kampanyalarda kullanıldığı iddiasını gündeme getirmişti. Bu iddialar üzerine başlayan soruşturmalar neticesinde, şirketin bir bilgi yarışması/anket uygulaması ile Facebook üzerinden kullanıcı verilerini toplayarak geliştirdiği kişilik modellerine uygun özel reklamlar oluşturduğu ve bireyler üzerinde kişiselleştirilmiş dürtmelerde bulunduğu ortaya çıktı. Kullanıcılar oldukça tepkiliydi, Nisan 2018’de mahkemeye çıkarılan Zuckerberg özellikle etik meselesi yönünden eleştiriliyordu. Ancak unutulan şuydu: teknik olarak uygulamaya giriş yapmadan önce insanlar bilgilendirilmiş, özgürce onay vermiş ve ardından kendilerine her an bu rızadan vazgeçme imkânı sağlanmıştı, bu halde etkin bir veri ihlalinin söylenmesi mümkün değildi. Nitekim Cambridge Analytica’nın CEO’su Alexander Nix de, bireylerin daha özel kalmasını istedikleri durumda verilerinden vazgeçmeye rıza göstermemelerini belirten bir açıklamada bulundu.

Tüm bu süreç bize aynı zamanda bireylerin verilerini korumak için yapılabilecekler hususunda belirsiz ve sınırlı bilgilere sahip olabildiklerini veya gizlilik risklerinin farkında olsalar dahi koruma eylemlerini görmezden gelebildiklerini göstermiştir. Çoğu durumda, kullanıcılar gizlilikleri ihlal edildikten ve verileri sızdırıldıktan sonra ilgilenmeye başlar, ancak bir kez ihlal gerçekleştiğinde sızıntıyı sınırlamak veya tersine çevirmek çok zordur. Sağlıklı dürtmelerin uygulanması ise muğlaklık ve belirsizlik içerisinde kötü seçimlerde bulunacak bireylerin riski anlamaları ve bunlarla başa çıkmalarına yardımcı olarak gizlilik haklarının kullanımını iyileştirebilir.

Fısıldanan Mahremiyet: Doğru Dürtme ile Mahremiyetin Korunması

“Meydanda durup ne düşündüğünüzü söylemek yerine, her seçmenin kulağına fısıldıyorsun.” – Christopher Wylie, eski Cambridge Analytica çalışanı.

Buraya kadar anlıyoruz ki, modern toplumlarda sosyal ağlar, yalnızca insanların iletişim kurduğu ana platformalar değiller; insanlar tarafından yaratılmalarının ardından, gün geçtikçe daha fazla insan tarafından daha iyi hale getirildiler ve büyümemize, zevklerimizin değişip evrim geçirmesine tanık oldular. Bununla da kalınmadı; sosyal ağlar sayesinde verilerimiz toplanarak işlendi ve toplanan bu veriler ile bizlerin ekonomik, politik ve sosyal kararlar almamız kolaylaştırıldı. Gelişen teknoloji ile mahremiyet arasında gerçekleşen bu ödünleşimde kişisel mahremiyetimiz azaldı ve bireyler veri koruma endişesi duymadan mahremiyetini erteledi. Peki dürtmelerin uygulanması aynı zamanda gizlilik haklarının kullanımını iyileştirebilir ve kişiler arası mahremiyet endişesini hafifletebilir mi?

ABD’de yapılan birkaç araştırma[5] gösteriyor ki, farklı gizlilik dürtüsü tasarımları kullanıcıların çevrimiçi platformları nasıl kullandıkları üzerinde olumlu bir etki yaratmakta. Mozilla Vakfı tarafından Şubat 2013’te yapılan bir dürtme örneğinde de bunu gördük; kullanıcıların varsayılan seçeneğe bağlı kalmasını sağlayacak dürtme tekniklerini içerir bir Firefox yaması yayınlandı. Varsayılan gizlilik ayarlarını düzenleyen ve kullanıcıları varsayılan ayarları seçmeleri için olumlu yönde dürten bu yama, internette gezinirken üçüncü tarafların çerezlerinin kabul edilmesini yasaklamaktaydı, yani kullanıcıların gerçekten ziyaret ettiği web sitelerinin çerezlerine izin verilecekti. Böylelikle varsayılan seçeneklere bağlı kaldığı bilinen kullanıcıların mahremiyetleri olumlu yönde korunmuş oldu.[6]

Carnegie Mellon Üniversitesi’nde yapılan bir başka araştırma, çevrimiçi uygulamalar tarafından ne kadar kişisel verinin paylaşıldığının bilgisi verilen kullanıcıların daha fazla dikkat etme eğiliminde olduğunu göstermiştir. AppOps adlı bir uygulama kullanılarak gerçekleştirilen bu deneyde uygulama izinlerinin, kişisel verilerin kaç kez paylaşıldığı ve kaç farklı üçüncü taraf şirketinin bu tür bilgileri aldığına dair bildirimler içeren gizlilik dürtüleri ile birleştirildiğinde kullanıcıların uygulama izinlerini 51 kez gözden geçirdiklerini ve 76 farklı uygulamada 272 izni kısıtladıklarını kayda aldı. Öyle ki, araştırmaya katılanlardan yalnızca bir katılımcı izinleri gözden geçirmemişti![7]

Etik İncelemesi ve Hukuki Düzenlemeler

Dürtme teorisine yönelik eleştiriler, yukarıda da değindiğimiz üzere, genellikle veriye dayalı dürtmeler ile karanlık dürtmelerin etik yönden incelenmesi noktasında toplanmaktadır. Bir grup dürtüleri manipülatör bulurken bir diğer grup dürtülerin güvenilirliğini sorgulamıştır. Bu noktada, Schubert tarafından geliştirilmiş ve veri gizliliği alanındaki dürtmeler hakkında da uygulanabilecek etik sorular[8] ile dört aşamalı bir değerlendirme yapabilir ve dürtmeler kullanılarak veya kullanmadan uzun vadeli senaryolar hakkında daha iyi tahminlerde bulabiliriz:

  1. İnsanların refahında bir artış var mı?
  2. Kişisel özerklik kısmen/tamamen etkilendi mi?
  3. İnsanların bütünlüğü kısmen/tamamen etkileniyor mu?
  4. Bu tür bir dürtünün uygulanmasının pratik ve somut sonuçları nelerdir?

Bu sorulara verilecek en yeterli cevaplar ile gerçekten de etkili bir dürtme tasarımı oluşturulabilir. Nitekim dürtmeler, çevrimiçi gizliliğin daha iyi korunmasını sağlamak için şimdiden bir mekanizma haline gelmiş, bu haliyle hukuki düzenlemelere uygunluğu da tartışılır olmuştur.

Dürtme tekniklerinin bireyleri manipüle etmek amacıyla kullanılması halinde oluşması muhtemel ihlallere karşılık etkili ve doğrudan bir düzenleme gerek uluslararası alanda gerekse ülkemizde halihazırda bulunmamaktadır. Ancak manipülenin bireylerin kişisel verilerinin rızalarına aykırı halde işlenerek gerçekleştirilmesi ihtimaline karşılık Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi, en önemli dayanak belgemiz kabul edilebilir:

Bildirgenin 8’inci maddesi ile kişisel verilerin kullanımına ilişkin getirdiği düzenleme ile amaçladığı, bireylerin kişisel verileri üzerinde yetkin konuma gelmesidir. “Informational self-determination” olarak da adlandırılabilecek “bilgisel kendi kaderini tayin hakkı” bireylerin kişisel verilerinin kontrolünü elinde tuttukça mahremiyetlerini o ölçüde koruduklarını esas alır.

Aynı gerekçeyi GDPR’ın kişisel verilerin işlenmesine ilişkin ilkeleri düzenlediği 5’inci maddesinde de görürüz.  Kişisel verilerin, veri sahibi ile ilgili olarak hukuka uygun, adil ve şeffaf bir şekilde işlenmesini öngören maddenin amacı da mahremiyetin korunmasıdır. Ancak dürtme tekniklerinin kullanılarak bireylerin, kişisel verilerini asıl istemlerinden daha fazla paylaşmaya yönlendirilmesi halinde başta “şeffaflık” ilkesi olmak üzere Tüzük ile amaçlanan birçok değer ihlal edilmiş olacaktır. Bir diğer ihtimalde, bireylerin mahremiyetini azaltan seçeneklere yönlendirilmesi de söz konusu olabilecektir.

Sonuç

Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ile bireylerin sosyal ağlar içerisinde katılımcılar haline gelmesi günümüzde veri mahremiyeti sorununun esas nedeni haline gelmiştir. Dijital bir gözetim sürecine giren bireylerin internet ortamında gerçekleştirdikleri her işlem kayıt altına alınmış ve isteyerek ya da istemeyerek verdikleri her bilgi toplanarak veri kaynağı oluşturulmuştur. Gelişen dürtme teknikleri ile bu veri kaynakları işlenerek bireylerin seçimleri manipüle edilmiş veya yine dürtme teknikleri kullanılarak daha fazla bireyin daha fazla kişisel verisine ulaşmak mümkün kılınmıştır.

Dürtme teknikleri, mahremiyet ihlallerini gerçekleştirmek için kullanılmalarının yanı sıra mahremiyetin korunmasının sağlanması adına da önemli potansiyele sahiptir. Etkili hukuki düzenlemeler ile dürtme teknikleri birlikte kullanıldıklarında koruma arttırılabilir. Bireylerin mahremiyetlerini tehlikeye düşürecek dürtme tekniklerinden kaçınılması bu noktada oldukça önemlidir ki bu yapılırken gizlilik yanlısı dürtüler kullanılabilir. Bununla birlikte bireylerin sağlık ve refahlarını arttıracak dürtmeler de doğru veri kullanımını kolaylaştıracak ve seçenekleri bilinçli kararlaştırılmaları için bireyleri teşvik edecektir. Ancak bu yapılırken dikkat edilmesi gereken husus hiper dürtmeler kullanılacak ise bunların bireyler özelinde doğru modeller ile gerçekleştirilmesidir.

Özetle, dürtme teorisinin olumlu ya da olumsuz şekilde kullanıldığı ya da eleştirildiği veya savunulduğu her durumda ortak düşünce dürtme tekniklerinin dikkatli şekilde ve yapıcı olarak kullanılmasıdır. Seçim mimarisi tarafından açık ve şeffaf biçimde yürütülen dürtme süreci bireylerin seçimlerini manipülatif etki altında kalmaksızın sağlıklı şekilde vermesini sağlayacaktır. Günümüzde, birçok resmi ve özel kuruluşlar tarafından dürtme tekniklerinin kullanıldığı da bilindiğine göre bunların işleyişinin ve etki düzeyinin farkında olmak, karanlık dürtmeleri saf dışı bırakmamızı veya etkisiz hale getirmemizi kolaylaştıracaktır.

 

Bu yazı Verini Koru gönüllüsü Hatice Önel tarafından hazırlanarak, 10.09.2022 tarihinde sitemizde yayınlanmıştır.

KAYNAKÇA: